[Yazı, Dagur Kari’nin Noi Albinoi isimli filmiyle doğrudan ilgili olduğundan önce filmi izlemeniz tavsiye edilir. Yazı boyunca spoiler endişesi taşımadığımdan filmi izlemeden yazıyı okumamanız da tavsiye edilir.]
İtaatsizlik mi Tembellik mi?
Filmi hem izlerken, hem de sonrasında birçok soru takılıyor kafama. Noi’nin hangi sıfatlarla nitelenebileceği bunlardan biri. Birkaç tanesini hemen sayabiliriz belki: Saygısız, itaatsiz, uyumsuz, tembel, hayalperest… Şüphesiz ki bunların hepsi doğru. Ama bunlardan birisi diğerlerine baskın olmalı.
Ocak veya şubatta bir dini bayram vesilesiyle gittiğim köyümüzde, sabahları soğuktan titrediğim için yataktan çıkmak istemezdim. Yorganın dışına çıkarılan herhangi bir uzuv, şiddetli soğuk hissiyle karşılar ve hemen yorganın içine girmek isterdi. Bir süre karşı çıkıştan sonra kalkıp koşarak sobalı odaya geçer ve ısınırdım. Erkek egemen toplum oluşumuzun nimetlerinden çekinmeden faydalanarak hiçbir iş yapmadan kahvaltının hazırlanmasını beklerdim. Ama, yine erkek egemen toplum oluşumuzun bir bedeli olarak bayram namazına gitme zorunluluğu, bu lüksümü ortadan kaldırırdı. İşte o zaman, soğuk suyla alınan abdest, hazırlanma, giyinme ve eksi yüz derece soğukta dışarı çıkma benim çok canımı sıkardı. Kendimde fazlasıyla gözlemlemekle birlikte, soğuğun tüm insanlarda uyku getirici bir etkisi olduğunu düşünürüm hep. Her daim soğuk, neredeyse kutup diyebileceğimiz kadar kuzeydeki İzlanda’da yaşayan insanlarda da bunu fazlasıyla görüyoruz. İnsanlarda bir izole olmuşluk hissi de var. Dünyanın geri kalanıyla arasında okyanuslar bulunan bu garip ülkede, bir de yetmezmiş gibi izole bir köyde yaşayan bu insanlar, her türlü heyecandan uzak, basit ve yavaş yavaş yaşıyorlar.
Her sabah yataktan kalkmamak için babaannesine tüfek attıran, orda burda her daim uyuyan Noi’de de ziyadesiyle bunu görüyoruz. Ayrıca Noi, herkesten daha da tembel olarak, ders çalışmıyor, okula gitmiyor, babasına yardım etmiyor. Onun yerine uyumayı ve aylak aylak gezmeyi tercih ediyor. Okuldaki herkesten daha zeki olmasına rağmen dersleri herkesten kötü. İnsanlar her ne kadar soğuk ve izolasyonun uyuşturucu etkisinden nasiplerini alsalar da, ‘yaşamak’ uğruna çalışıyorlar veya okula devam ediyorlar. Ama Noi, bunları reddediyor, sanki içten içe, orada yaşamak için çalışmayı, okula gitmeyi bir kayıp olarak görüyor. Seçenekleri çok sınırlı ve kendini hapsedilmiş hissediyor. İçinde başka şeyler var Noi’nin. Sanki soğuk sadece dışını dondurabilmiş diğer insanlardan farklı olarak, içindeyse bir ateş var.
Bu ateşi kuvvetlendirmek için gereken benzini de benzinlikte çalışmaya başlayan kız sağlıyor. Iris’le tanıştıktan sonra, önceki dönemde içinde var olan belirsiz isyankar düşünceler toparlanıyor ve belirli bir şekil almaya başlıyor. Önceden de var olan o duygu, burada yaşamak boş, sıkıcılığı ve uyuşukluğundan kaçmalıyım duygusu, kendini ortaya çıkarıyor. Okula devamsızlığı had safhaya ulaşıyor ve “arkadaşlarına kötü örnek olduğu için” okuldan atılıyor.
Iris’le tanışmadan önceki Noi’ye belki basitçe tembel diyebilirdik. Ama, geçirdiği değişim bize Noi’nin aslında kabullenemeyen, itaat etmeyen ve razı olmayan kişiliğinin, kısaca özgürlüğünün tembelliğine yol açtığını gösteriyor. Öncesinde de, orada yaşanan hayatın anlamsızlığını anlayabilecek kadar zekiydi, ama bir alternatifin varlığını hayal edebilecek kadar veriye sahip değildi. Şimdiyse sevdiği kızla beraber Hawaii’ye kaçmak gibi bir alternatifin varlığında, oradaki hayatı büsbütün anlamsızlaşmıştır. Hawaii her şeyiyle İzlanda’ya zıt bir cennettir Noi için.
Kaçma planını uygulama amacını hayatının orta yerine oturttuktan sonra, bunun için ihtiyacı olan parayı kazanması gerekiyor. Ama çalışmaya bir gün bile tahammül edememesi gariptir. Çünkü, hayat amacını gerçekleştirmek için çalışması gerektiğinin tamamen farkındadır. Demek ki, Noi’nin içinde en temelde özgürlüğün olduğu, tembelliğinse bundan türediği düşüncemiz tamamen de doğru değil. Özgürlüğe ulaşmak amacı için dahi çalışmaya dayanamaması, tembelliğin de bağımsız olarak Noi’nin kişiliğinde önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.
Özgürlük ve Zeka
Noi’nin üstün zekalı oluşu, bizi özgürlükle zeka arasında doğrudan bir bağlantı kurma aceleciliğine itebilir. Olan bitene karşı, yaşamaya karşı bir bakış geliştirdiğinde, çevresindekilerin yaptıklarının kendine saçma gelmesi, kopuk bir kişilik ve aynı zamanda tahakkümlere de direnen bir itaatsizlik oluşmasına neden olmuş olabilir. Ama bunları ben de ona yüklüyor olabilirim. Yani, çevremizde gördüğümüz tüm ‘uyumsuz’ların, lisede ve üniversitede gördüğümüz derslerden ilgisiz insanların hepsinin zeka ve farkındalık sayesinde bunu yaptıklarını mı iddia ediyoruz?
Bu iddiaya karşı olmak ve tahakkümün kötülüğü temamızı da güçlendirmek adına, bunu şöyle açıklayabiliriz: Uyumsuz insanlar dayatmaların ve şekillendirilmelerin farkında değiller, bir ölçüde farkında olanlar da bunları haksız görmüyorlar, bunun yerine kendilerini hatalı görüp, sisteme ‘uymaya’ çalışıyorlar. Aslında doğamızda bulunan özgürlük isteğinin ‘saygısızlık’, ‘haylazlık’, ‘yaramazlık’ gibi isimlerle kötülediğimiz yansımalarını çevremizdeki insanlarda hayatımız boyunca gördük. Belki okur da öyle bir insandı. Ama, hem biz uyumlular, hem de uyumsuzların kendileri, bunu yanlış ve düzeltilmesi gereken olarak algıladık. Düzeltebildiklerimiz de ‘başarılı’ oldular.
Noi’ninse doğasında bulunan bu özellikleri tam tersine haklı ve uygulanması gereken düşünceler olarak görmesi, onun zekasının ve farkındalığının bir sonucu olmalı. Hedefine ulaşmak için tüm yasa dışılıkları tereddütsüz göze alması, kendini haklı gördüğünü gösteriyor. Eğer yeterince zeki olmasaydı, sistemin bu kadar uzağına gidemeden sisteme uydurulurdu. Zaten, ne kadar yaramaz olsalar da, çocukların ve gençlerin büyük bir kısmının okuldan atılacak aşamaya gelememesi, gelemeden ‘düzeltilmesi’ sistemin törpüleyici unsurlarının ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyor. Tabi bu törpüleyici unsurlar, temel anlamıyla törpüleme işini yapmıyorlar, kişilerin sistemi içselleştirmesi için çalışıyorlar. Sözgelimi, müdür öğrenciyi yanına alıp konuşuyor, dersaneler ‘başarılı’ öğrencilere burs veriyor. Bir şekilde zorunluluk algısı oluşan bu kişilerin sistemin meşruluğunu sorgulama aşamasına gelmesi mümkün olmuyor. Lisenin ilk yıllarında haşarılığıyla ün yapmış arkadaşlarımızın son sene ÖSS telaşına düşüp yoğun bir çalışma içine girmeleri buna örnektir sanırım.
Noi sistemin meşruluğuna inanıyor mu bilmiyoruz ama kendi davranışlarını haksız görmemesi, toplumun genelindeki algıyı taşımadığını gösteriyor. Onun sistemle pek derdi de yok zaten, kendini dışına çıkarmaya çalışmaktan başka. Ama, yoğun kuşatmanın altında sistem dışı düşünebilmek, İzlanda’dan Hawaii’ye kaçmayı hayal edebilmek de zeka göstergesi değilse, nedir? Zeki insanın illa da ayrıntılı sistem analizi yapmasına gerek yok, sadece sistem dışı düşünebilmesi bile, bu insanı zeki olarak nitelememize yeter. Onunki farklı bir zekadır belki, ona da özgürlük zekası diyelim, ne çıkar?
Özgürlüğün Getirdiği Zorunluluk
Bir kere, rollerin farkında bile olunmadan oynanmasını hayat olarak kabul etmemeye başladığında artık bir şekilde kaçmak, dışına çıkmak hayat amacı oluveriyor. Burada artık yapılacak şey zorunluluğa dönüşmüştür. Bir kere bu düşünceler kafada yer ettiğinde, bunları unutup hiç olmamış gibi yaşamaya devam etmek çok zor hale gelir. Özgürleşmiş kafa, baskıcı toplumun kendisi için açtığı küçük yeri artık çok komik görmeye başlar. Şiddetli bir iç sıkıntısı ve dayanamama hali. Noi’de kaçma aşamasında olan şey tam da budur. Iris, gelmeyi kabul edecek kadar özgür olamadığında Noi de kaçmaktan vazgeçebilirdi. En azından erteleyebilirdi. Ama, Irisin güçlendirdiği alev artık yangın olmuştur ve Iris kaçış için sadece bir süstür. Kaçışın sebebi olmaktan çok uzaktır. Sadece Noi’nin fikirlerinin oluşumunda bir araç olabilmiştir. Sonsuza dek o köyde çürümeye mahkum olmuştur, hak etmiştir bunu. Özgürleşmiş Noi için artık kaçmak bir zorunluluk olmuştur. İroniktir ki, Noi fazla özgür olduğundan tek bir şeye zorunlu kalmış oluyor. Özgürlüğün getirdiği bir zorunluluğa odaklanma halinin benzerinin harika bir anlatımı ve Noi’nin muhtemel geleceğini merak edenler için Sabahattin Ali’nin “Düşman” öyküsünü tavsiye ediyorum.
Özgürlüğü Anla(ma)mak
Noi’ye duyduğum saygı ve fazlaca özenme yazıdan anlaşılmıştır sanıyorum. Sahip olduğu ‘özgürlük zekası’ ve anlama yeteneğiyle yeni insana epey yakın olduğu söylenebilir. Peki Noi’nin mutlu olabileceği bir yer bulabilir miyiz?
Bütün tahakkümlerin ortadan kalktığı bir ütopyada, ki bunların içine devlet dahil olmakla beraber sınırlı bir kısmını oluşturur, Noi’nin sorunları çözülür mü? İnsanın hayatını sürdürmesi için, öyle veya böyle, çalışması gereklidir. Noi’nin özünde bulunduğunu saptadığımız tembellik ne olacak o zaman?
Ekonomik düzen açısından ortak yaşama dayalı bir komün bile olsa, gençlerin çalışmaya başlamaları her zaman sorunlu bir konu. Sistem eleştirimizde temel noktalardan biri olan, onlarca yıllık eğitim, bu sorunun ilerlemiş halinden ibaret. Çocuklar, hayatlarını sürdürmek için ‘biyoloji’ öğrenmek zorunda olmamalarına rağmen zorla öğreniyorlar, bunu eleştiriyoruz. İnsanlar, neyi niye yaptıklarını, özellikle yapmak zorunda oldukları şeyleri niye yaptıklarını her an sorgulamalı ve bunları isteyerek yapmalı diyoruz. Davranışları, kalıplar belirlememeli, davranışları kişiler belirlemeli diyoruz. Bu durumda, biyoloji öğrenmenin doğrudan hayatla ilgisinin bulunamayışı, eğitimin hayata aşırı yabancılaştığını gösteriyor. Hiyerarşik olmayan bir komünde de bu sorun bu kadar fazla olmasa da, yine de bizi zorluyor. Şöyle ki, çocuklar doğar doğmaz çalışmaya başlamayacaklar. Emekten tamamen uzak geçirilen yıllar sonrasında, çocuğun çalışmaya başlaması gerekecek, tıpkı şimdiki gibi. Her ne kadar bahsettiğimiz durumda ‘meslek’ler şimdiki kadar hayattan kopuk ve hayata yabancı olmayacaklarsa da, yaşamak için yapılıyor olsalar da, bir genç bunun farkına kolayca varamayabilir. Çünkü o ana kadar büyükler tarafından kollanmış olan gence, bir anda çalış denmiş olacak. Bu süreç içinde doğanın neden olduğu zorunluluklar dışında hiçbir insan yapımı zorunluluk olmamalı. Buysa pek mümkün değilmiş gibi görünüyor. Çalışmaya yeni başlayan bir genç, mutlaka bir zorlamayla başlayacaktır. O genç özgür müdür?
Bu noktada özgürlük anlayışımı sorgulamam gerekiyor. Acaba, emeğe yabancılaşma adı altında topyekün emeğe mi karşı çıkıyorum? Yabancılaşma ve zorlama içermeyen emek olabilir mi? Tahakkümleri nereye kadar kaldırabiliriz? Yabancılaşma insanın her türünün temel bir özelliği olabilir mi?
Başa dönüyoruz tekrar…
1 comment:
Yazın oldukça iyi bir dille yazılmış ve anlatmak istediğini okuyucuya ulaştırıyor.
Ben filmdeki Noi karakterini senin gördüğünden daha az "uç" gördüm doğrusu.Yani "babası için" okula giden, "büyük annesi için" falcıya giden biri bence kastettiğin kadar özgür olma çabasında değildir.Hayata başkalarının iradeleriyle tutunuyordu sanki.O açıdan tembellik ve senin lügatındaki konformistlikten ziyade ben özgür olmaya dair itiatsizliğe dair az şey gördüm.Video kaset yollaması, örneğin, bende tembelce itaat etme yolu gibi göründü bana.Halbuki aynı olay mesaj kaygısı olan anarşist bir eylem gibi algılanırsa zekice tasarlanmış ve muhattabına bir şeyler öğreten bir itaatsizlik eylemi olarak görülebilir.Ama ben ilk seçeneği seçmiş gibi gördüm Noi'yi.
Öte yandan tembel olmakla özgür olmaya çalışmak arasında ciddi bir bağlantı vardır.Ve işte tam burada Noi özgür olma çabasında sayılabilir.Bence Noi yalnızca haylaz bir çocuktur ötesi değil.Sonuçta o atarimsi kumar makinesinden -biliyorum onun bir adı var- para çalmak kısıtlı bir özgürlük anlayışının ve tam bir haylazlığın göstergesidir.sonuçta bu parayla bira alıyor.yani sıradan işler için sisteme gizlice baş kaldırıyor.haylazlık ve haylazlığın paketinde gelen doğal özgürlük arayışı..
tabi karakterleri farklı yorumlamamızın binlerce nedeni olabilir bu konuda uzlaşmamıza gerek de yok zaten.
son cümlelerle ilgili; nasıl ki birey "doğallığın canı cehenneme bence herkes eşittir" diyor ve buna sadık kalıyorsa, emeğe katılma konusunda da buna bağlı bir kabullenmeye girecektir.çünkü başka yolu yoktur toplumun meyvesini almasının.Haliyle zorlamayla kurduğumuz düzenimiz -haydi bana eşitlik kabulumüzde zorlama olmadığını göster- oluşacak yabancılaşmanın rahatlıkla önünü keser.çünkü emeğe katılım bu noktada toplumun parçası olmanın kaçınılmaz koşuludur.toplumun ilk kabule bağlı olarak "emeğe katılmazsan hizmetten faydalanamazsın" koşuludur.tahakkümse her durumda kaçınılmazdır.ve yabancılaşmak bence o noktada "iki burnu sürtülsün döner toplumuna verir emeğini" olayına döner.
ha zaten eşit olduğunu dillendirmekten öte bizzat eşit olan toplumdan bahsediyorsak, bence yabancılaşma dediğin şeyi birkaç defa düşünmemiz gerekir.acaba o insan yabancılaşır mı?sen yabancılaşır de veya deme bence o insan hakkında konuşman bile büyük günah.bir yerde heraklitos kızar hegel de söylenir ama en çok da yukarıda marx var o haddini bildirir.
ama doğru ya senin olayın ütopya kurmak
Post a Comment