Ardışık Yazıların Umutlu İkincisi

Uzun zamandır bir şeyler karalamamama rağmen bugün yaşadıklarımın bana bir şeyler yazdırması gerektiğini düşündüm az önce. Elime kâğıdı kalemi aldığımda, daha sık yazdığım zamanların tanıdık hislerinden öte, daha da aşina olduğum bir heyecan hissettim göğüs kafesimde. Kafamda dizeler uçuşuyor şu an, kimi tanıdık kimi heyecanımın neticesi… Nasıl yazıyor bunlar dediğim bir sürü şairde, yazarda, artık bir fevkaladelik göremiyorum. Daha önceleri, çok önceleri de böyle şeyler hissettiğim olmuştu fakat şimdi ilk kez o duyguları kâğıda dökecek kadar yetkin bir dışavurum kabiliyetiyle kâğıda kaleme sarılıyorum.

Bizim buranın ikliminden ve bir de genetik özelliklerinden – ne kadar çirkin bir sözcük şu “genetik”- olsa gerek etrafta çalı gibi sert, dalgalı saçları olan kızlara sık rastlanır. Göz rengi siyah veya siyaha yakın renklerde, ten rengi elbette ki göreceli olarak koyu, kimisi resmen esmer kimi buğday tenli… Daha birçok açıdan birbirine benzer bu kızlar ve ortak birçok ayrıntı bulunabilir ancak ben ayrıntılara hiç girmeden, bana bu yazıyı yazdıran kızın ayrıntılarından söz etmek istiyorum.

İlk göze çarpan özelliği aynı zamanda en çirkin görülebilecek özelliği, yani kısalığıdır. Yanımda kısa kaldığını ilk fark ettiğimde, içimde bu yoğunlukta bir şeyler kıpırdamadığından bundan rahatsız olduğumu aniden hatırladım az önce. Fakat şimdi gözümün önüne gelen halinde kısalığı bile fiziksel karakterinin tamamlayıcı bir unsuru gibi geliyor bana. Özellikle minyon yüzünde, hakikaten küçük burnunda ve Japon çizgilerindeki kız ağzı büyüklüğündeki ağzında apaçık bir şeyler var, benim gibi onu keşfetmeye çalışanlara karakterinden ipuçları veren. Ve bu keşfin en güzel noktası, kulakları, şaheseri tamamlayan onu o yapan... Kitaplardaki tasvirleri gazete okur gibi okuyan biri için kulak tasvir etmek zor olsa da bu satırları tekrar okuduğumda en beceriksiz tasvirimin bile o tamamlanmış o yerli yerine oturmuş o ne bir eksik ne bir fazla görünümünü daha silik kılmayacaktır. Yine de kulaklarını ilerideki bana daha güzel anlatmam gerektiğine dair bir his var içimde. Sanıyorum ilerideki benden ziyade şu anki benle ilgili bir durum bu.

Kulak memesinin biraz daha büyük olmasının tüm o halini nasıl da çirkinleştireceğini bir an düşününce fark ettim ki; özellikle küçük bir küpe deliğinden başka pürüzü olmayan kulak memesinin boyutu tüm kulağı için vazgeçilmez. Daha vazgeçilmez olansa kulağının üst kısmı. Öyle ki sanıyorum biraz daha dışarı doğru olsa beceriksizce çizilmiş bir uzaylı tasvirine çevirebilirdi yüzündeki mükemmel uyumu.

Evet işte aradığım kelime, uyum. Karakterine bu kadar uyan başka bir görünüm olabileceğini sanmıyorum. O kadar uymuş ki her şeyi her şeyine, bir ara heves ettiğim Nietzsche’nin söylediğinin aksine bir tanrı olmalı. Ve onu yaratmak için iyi çalışmış olmalı.

Yürüyüşünde, elini saçına götürüşünde hatta güzel bir filmden bahsetmek üzereyken o tatlı heyecanıyla aniden dalgalanan sesinde bana uyduğundan emin olduğum harika şeyler var. Sanki uzun süredir kafamda beni olmadık zamanlarda rahatsız eden yüzü olmayan bir hayali güzelin bütün her şeyi onda belirmiş. Zevklerimizin, fikirlerimizin ve hatta dünyaya bakışımızın tıpkı birbirimizden beklediğimiz gibi olduğunu anlamak için toplamda yaklaşık yarım saatlik bir konuşma çok bile.


İşin çabucak unutulacak ve dolayısıyla ve ivedilikle yazılması gereken kısmı ise hikayesi. Her zamanki gibi otobüste eve giderken önüme bakıyor ve bir kısım anlamlı düşünceli bir kısım anlamsız düşüncelerle kovalıyordum. Neden sonra yanımdaki kişinin elinde tanıdık bir kitap olduğunu gördüm. O an onunla konuşmam ise tanımadığım insanlarla rasgele konuşma zorla edinilmiş alışkanlığımın hiçbir olağan dışı eyleme mahal vermeden ortaya çıkmasıyla gerçekleşiverdi. Tabi şu an onunla konuşmamış olsa idim ve buna rağmen bu duyguları hissediyor olsa idim aynı rahatlıkta konuşamazdım sanıyorum. Her neyse laf lafı açtı otobüsten inip ayrılana kadar sohbet ettik. Genelde filmlerden söz ettik. Çok net hatırladığım Yurttaş Kane ’in abartılı ve gereksiz bir film olduğuydu. “Ne var yani sadece basit bir kızak!..” demişti. Sonradan binmiş ayakta birisi bu lafı üzerine “Siz ne anlarsınız ya” gibi bir bakış atmıştı. Birbirimize bakıp çok ses çıkarmamaya çalışarak gülüşmüştük. Sanırım ilk kez o an fark ettim yüzündeki uyumu.

Birbirimizin telefonlarını aldık. Olanların muhteşemliğini kafamızda tekrar tekrar canlandırmak üzere ayrıldık. Eve geldiğimde sevimsiz şimdi ne olacak sorusu birkaç dakika kafamda dönse de bir şeyler yazarak tüm günü tekrar yaşamak fikri hemen sevimsiz fikirleri kafamdan uzaklaştırdı. Tabi şimdi onları anarak tekrar davet etmiş oldum bu küçük şeytanları, kendi fikir odalarıma. Varsın olsun ben hala mutluyum.

Daha nasıl anlatılabilir hayal edemiyorum. Sırf uysun diye yazıyorum ben bugün yaşamayı seviyorum. Sırf tüm benlime duyurmak için yazıyorum ben seviyorum…

No comments: