NO PASARAN!!!

Elindeki silahı bırakıp temizlik işine, ordu donatım bakım işine girmesi istenen dünyanın en haklı feminist gerillası haykırıyor:

"Biz, devrimin neden nüfusun sadece yarısının elinde olduğunu anlamıyoruz. Bizler anarşistleriz fakat aynı zamanda kadınız ve kendi devrimimizi yapmak istiyoruz. Erkeklerin bunu bizim için yapmasını istemiyoruz. Erkeklere göre hazırlanmış bir mücadele istemiyoruz çünkü her zamanki gibi biz sikiliyoruz. Dövüşmek istiyoruz, çünkü kendi payımıza düşeni talep ediyoruz. Ve anlaşılmasını istiyoruz ki, biz şu halimizle mutluyuz ve evde örgü yapmamız koca bir hata olurdu.

Ölmek istiyoruz! Ama erkekler gibi ölmek istiyoruz, hizmetçiler gibi yaşamak değil!"

1996 yapımı Libertarias filmi İspanyol İç Savaşı’nda cumhuriyetçiler kanadında duran CNT(Confederacion Nacional del Trabajo)/FAI(Federacion Anarquista Iberica) örgütüne bağlı küçük bir anarşist birliğin hikayesini anlatıyor. Savaşmak için erkeklere silahlarını teslim etmeyi reddederek cepheye giden biri orospu biri rahibe altı kadın filmde yalnızca yüzyılın son idealist savaşında devrimci mücadeleye yürümüyor, aynı zamanda anarşist olduğunu söyleyen ama kadınlara “eskisi gibi” temizlik işi veren erkeklerle de mücadele ediyor. Onlarca yasakla toplumu dize getirmeye çalışan faşistleri devirenlerin apolet takmayı reddettikleri, önderlerinin basit bir asker olmaktan gurur duyduğu ve yasaklananın yalnızca mülkiyet olduğu bir ortamda Ruslara nasıl devrim yapılacağını göstermeye çalışan erkekli kadınlı binlerce anarşistin, sosyalistin, devrimcinin umut dolu savaşı oldukça akıcı bir dille anlatılıyor.

Filmden iki diyalog,

Sovyet temsilcisi kibirle soruyor:

— Sizin bölüğünüzdeki adamlar düzensizlikle suçlanıyorlar. Bazıları, kaos diyor. Profesyonel askerler saygı görmediklerini düşünüyorlar. Buna ne diyorsunuz?

— Burjuvazi, her zaman özgürlüğü kaosla açıklama eğilimindedir. Biz itaati değil, hevesi örgütledik…

Bu da Amerikalıdan:

— Bu kuşkusuz çok pahalı bir zafer olacak. Size bir harabeler yığını kalacak.

— Biz harabelerden korkmuyoruz. İspanya'nın ve Amerika'nın saraylarını ve şehirlerini işçiler yarattı. Bunu yeniden yapabiliriz. Burjuvazi, tarihe gömülmeden önce dünyasını yıkabilir fakat bizim yüreklerimizde yeni bir dünya var ve her saniye büyümeye devam ediyor.


Kimilerine göre saplantı bizimkisi, biz ölmüşüz bitmişiz meğer. Biz zaten hiç olamamışız meğer. Desinler ne derlerse desinler. Çok değer verdikleri ama asla anlamadıkları demokrasi bir kerede geldi sanıyorlar dünyaya. Ordusu olan adamın genelge yayınlaması tek partili mecliste kanun yapmasını devrim sanıyorlar.

Ama bilmiyorlar bizim gibi sınıfsızlar sınıf atlasa da sokaklar yaşayacak. Sokak sanatçıları polise rağmen şarkı söyleyecek:

Hiç hiçbir şeyi bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar.
Hiç hiçbir şeyi görmüyorlar, görmek istemiyorlar.
Şu cahillere bak, dünyanın sahibi onlar
Şu cahillere bak, dünyanın hakimi onlar
Onlardan değilsen eğer, sana zalim derler
Onlara aldırma Hayyam. Dostum… Dostum…

Diğer yandan bu bir melankolinin ezip geçebileceği şey değil. Bu modern devletlerin Prometelerinin hastalığı. Üzerinden tank geçti ve hala yaşıyor. Bir daha ayağa kalkacak. Ve yeni bir idealist savaş olacak. Ve bu öyle olması gerektiği için değil kaçınılmaz olduğu için değil biz yapacağımız için olacak. Kimse olunmayacak herkes olacak.

Hastalık, işte bu da böyle bir hastalık… Hiç kimsenin hiç kimseden üstün olmadığı bir düzeni isteme hastalığı kardeşçe yürüme hastalığı…



Binlerce insan yürüyor kardeşçe…

“Bir koridor gibi çın çın öten daracık sokaktan ayaklarını vura vura uluslararası birlikler geçiyordu. Kimler yoktu ki aralarında? Uzun saçlı aydınlar, inatçı komünistler, Nietzsche bıyıklarıyla yaşlı, Sovyet filmlerindeki jönleri andıran yüzleriyle genç Polonyalılar, kafası traşlı Almanlar, Cezayirliler, bunların arasına yanlışlıkla karışmış İspanyollar denebilecek İtalyanlar, hiç kimselere benzemeyen İngilizler, Moris Tores'e ya da Moris Şovalye'ye benzeyen Fransızlar... Hepsi de çelikleşmiş dimdik!

Kışlalarına yaklaşıyorlardı ya, birden marş söylemeye başladılar. Ve yeryüzünde ilk defa olarak savaş düzeninde yürüyen her ulustan karmakarışık bir sürü adam, enternasyonal'i bir ağızdan söylemiş oluyordu...

Kimselere nasip olmayan böylesi bir kardeşleşmenin görkeminden titredi Madrid. Coşkuyla fısıldadı tek bir ağız gibi: "Bizimle savaşmaya, bizimle ölmeye gelmişler!" onların dil sorunu yoktu, dünyayı yaratan ellerinden tanırlardı birbirlerini. No pasaran sır değildi onlar için. Ve hangi dilde verilirse verilsin anlarlardı "hücum!" komutunu. Yüzlerini bile görmedikleri ispanya işçi ve köylüleri için aynı kahramanlık ve sadelikte öldü onlar.

Öldüler haykırarak! Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir! No pasaran!"

Proletarya partisi, savaşta en ön safta
Beşinci alayı kurdu
Savunmak için ispanya'yı

İspanya'nın çiçeği, en kırmızı çiçeği halkın
Omuz omuza 4 taburla
Dövüşüyor Madrid sokaklarında

Anacığım, anacığım
Bak şuraya şarkılarla
Yürüyor alayımız, yürüyor savaşa doğru,
Yürüyor faşizme karşı!”

NO PASARAN!!!




Not: Üçüncü kısımdaki şarkı Siya Siyabend adlı sokak sanatçısı grubun, son kısımdaki alıntılanmış kısım Kutupyıldızı adlı grubun eseridir.

No comments: