Ağyar veya Boyundan Büyük Bir Öykü Denemesi

Haber tez yayıldı köyümüze, Ağyar köyüne. Yahudi'nin biri gelmiş Mehmet Ağa'nın elmalarının orada, derenin ötesindeki toprağı almış. Yahu o toprak kimindi? Muhtar da hatırlamıyor, tapu kaydına bakmalıymış. Hoş Hilal Emmi'nindir diye bir şey duymuş kulağı kesik ninem. Bu Hilal Emmiler sülalecek çalışkan insanlarmış. Çabuk mal mülk sahibi olmuşlar. Mehmet Ağa'nın babası için pekiyi şeyler söylemez ninem ama bunlara karışamamış işte Mehmet Ağa. O toprak da onların kalmış. Gel zaman git zaman bunların oğulları Acı Vatana gitmiş iş tutmaya. Beş yıl geçmiş, duymuşlar ki üç kardeş orada kendi işlerini tutmuş. Hilal Emmi'yle zevcesi hariç tüm sülale göçmüş yaban ele. Rahmetliler pek yaşamamış o günden sonra. Ninem, hep oğulları toprağa geri dönsün diye ağladılar diyor ama benim bu bütün hikayeye inanansım yok. Hem ninem uydurmayı sever. Lakin doğma büyüme buralı ben, nasıl hiç düşünemedim burası kimindir diye, anlamış değilim. Neyse işte, bizim sıkıcı köye hareket geldi bu vesileyle. Önce kamyonlarla inşaat malzemeleri geldi. Sonra daha ev olmadan hatta daha temel bile atılmadan Yahudi geldi. İlk günden jandarmayla gezdi toprağında, bizimkilere gözdağı vermek için besbelli. Ama köy ahalisi durur mu, bizim tembel gençlik hemen çıkardı bayrakları. Ne yapalım ne edelim? Haydi jandarmaya gidelim. Ben dedim tabi, kardeşler mülk vardır mülkiyet vardır isteyen gelir alır. Anlamadılar tabi, Türk toprağında Yahudi eli olmazmış. Ben de takıldım peşlerine, komutan bunları paylar da eğlence çıkar diye. Boşa heyecan etmişim, adam bunlara türlü vaatler vermez mi? Yok en fazla şu kadar toprağı olabilirmiş. Onun da kuralı varmış. Şöyleymiş böyleymiş. Ahali çıkınca iliştim yanına da dedim tabi, yav komutan sen dediğine inanıyor musun? Okumuşuz ya, bana yalan atamıyor. Eğildi kulağıma, bu cahiller bir delilik yapmasın diye öyle dedim dedi. Haksız da değil kızamadım şimdi. Normalde olsa cahillerin suratına vura vura anlatırdım da gerçeği gitmeyiverdim o gece kahveye. Bırak ne ederlerse etsinler…

Bir ay sonra

İsrail'in oğlu gelir böyle de diker binasını. Ne hız ama. Bizim tembellere kalsa o saray yavrusunu bir senede bitiremezlerdi. Ben şehirde okuduğumdan biliyorum, aslında mümkündür tez dikmek evleri, tez sürmek tarlayı. Ama şehirli bilmiyor ki bizim köylüyü. Bizim köylünün karşısına Muhammed çıksa dese her sene bir kitap okuyun mırın kırın ederler. Yok sade tembellik değil, bakmayın dediğime; buranın ahalisi biraz yaşlanınca erken uyanmayı tez çalışmayı da bilir de aman değiş deme. Onlar kitaba değil atalarından öğrendiklerine iman eder. Tabi ben şehir gördüğümden anladım, köyle bir değil tabi. Şehirde bir canlılık ne derler dynamisme var. Burada mevsim mevsime gün güne benzer. Neyse… Adam ailesini de getirecekmiş yakında. Pek para harcadı ama. Altında maden mi var ki o toprağın? Aman yalnız, bu dediğimi köylü duymasın. Zaten bir maden lafıdır gidiyor. İlk Halil Emmi'nin oğlu yumurtladıydı. Toprağın altında altın varmış. Hatta Yahudi gelmeden önce oralarda oynayan çocuklar altın buluyormuş oralarda. Daha birkaç ay önce bilmemnenin bilmemnesi koca bir tam altın bulmuş. Hikayeyi duyup da yahu tam altın çıkar mı topraktan diyince öğretmen bey, dedikoducular çark etti. Tam altın değil tam altın büyüklüğündeymiş güya. Bunlarınki de laf! Bunla da bitmedi bir de sonra başkaları çıktı. Hatta bir tanesi petrol var orada dedi. Kendisi de biliyormuş güya. Oraya gidip traktörünü o petrolle dolduruyormuş. Şehirde anlatsam bunu inanmazlar valla… Ama dedikodulardan daha vahim şeyler de oldu. Hoş ben tahmin etmiştim. Bizim ayaktakımının işi mi var, çıkardılar bayrakları birkaç kez gittiler Yahudi'nin evine. Pek bir şey yapamadılar ama. Jandarma göz kulak oluyor oralara. Her olayda da iki öğüt hadi eyvallah… Asıl kahve tam şenlik yerine döndü. Yahudi'ye küfredenler, bizi sömürüyorlar diyenler… Ulan vaktinde bu köye komünist de gelmiş az daha öldürüyorlarmış adamı, ne sömürüsü? Tabi ben daha küçüktüm o zamanlar hatırlamam… İşte bugün yine gidiyorlar Yahudi'nin oraya, bu Yahudi hiçbir şeyi değiştirmediyse şu köylünün ataletini değiştirdi, helal olsun.

Bir ay daha

Ben derim hep, tamam okumuş adamım ama bir köylünün işine bir de Yahudi'nin işine akıl erdiremem. Meğer elma dikecekmiş Yahudi. Buranın elması pek güzeldir, tüm köy telef etmeden ürünü alabilse sırf elma doyurur köyü. Tabi elma işi duyulunca köylü iyice kızıştı. Mehmet Ağa da başından beri biliyormuş meğer elma meselesini. Daha doğrusu tahmin ediyormuş, bizim kurtçuları da kimin gazladığı ortaya çıktı. Hoş artık gerek kalmadı gazlamaya, şimdi köylünün tamamı Yahudi'yi sürmek istiyor. Biz de ninemle gülüyoruz olanlara. Bu arada, Yahudi'nin ailesi geldi. Bir büyük kızı var. Ninem sana bakmaz o diyor da hele dur bakalım gün ola devran döne… Asıl olayı anlatmayı unutuyordum az kalsın. Bizim çulsuzlardan Semih, hoş diğerlerinden akıllıdır severim, Yahudiye uşak olmuş. Tabi kurtçular nasıl delirdi duyunca! Ama Semih öyle kaçmadı geldi kahveye, dedi böyle böyle işler var. Bırakın boşa kürek çekmeyi de adam gibi ekmek yiyin dedi. Kurtçuların bir kısmı yumuşadı da yine o reis dedikleri tipsiz, bunun ailesi de iyi pabuç değildir, çıktı kovdu bunu kahveden. Ama şuraya yazıyorum o gençler Yahudi'nin kapısına kul olmazsa ben de bu köyün okumuşu değilim… Ha bayrakçıların sayısı arttı şu elma meselesiyle. Köyde her gün merasim var sanki. Kırmızıya boyanıyor köy, yaşlı genç. Ben de bundan böyle arkalarındayım yalnız. Belki kızı görürüm…

Üç ay sonra

Sonunda bayrakçılar tükendi. Ben, tabi, gidiyorum bir şekilde her gün. Umut fakirin ekmeği… Kâhyasıdır, hizmetçisidir, tarlada işçisidir bu Yahudi minik bir fabrika kurdu daha şimdiden oraya. Köylüler de çözülüverdi haliyle. Protesto için en önde yürüyenler en kıyak işlere girdi. Hatta şu it vardı ya bahsettiğim, reis dedikleri. Sırf işi başkası kapmasın diye koyun sürüsüne çoban olana kadar köyün bütün gençlerine kötüledi Yahudi'yi. Zamanı gelince de uyandırmadan kerizleri işi alıverdi. Fark edince gençler olanı biteni, kul oldular kapısına Yahudi'nin. Kahvede de laf ettirmez oldular. Mehmet Ağa'nın oğulları bir laf etti mi, hemen koro halinde Mehmet Ağa pazarda elmasını daha çok satmak için köyün gençlerinin ekmeğiyle oynuyor, ülkenin ekonomisine karışıyor demeye başladılar, vatansever ya kardeşlerim. Hatta sonra Yahudinin yanında çalışmanın en büyük milliyetçilik olduğunu söylemeye başladılar. Nineme anlattıkça ninem gülüyor. Dahası köyün bakkalıdır, kasabıdır başta bunlar baya karşıydı Yahudiye. Yok dinini seven bu Yahudi'ye hakkını bildirmeliymiş yok bilmem neymiş. Ama baktılar Yahudi en iyi müşterileri, sonra Yahudi'den ekmek yiyen eskinin çulsuzları her gün sigara alır oldu, her gün kıyma alır oldu bunlar da çark ediverdiler. Öğretmen bunların yüzüne vurunca iki ay önce dediklerini bunların gözü döndü demediklerini bırakmadılar. Diğer dedikleri neyse de dinsiz dediler ya adama o an anladım bu Yahudi'nin buraya gelmesi çok iyi olmuş. Kim ne kadar adam ortaya çıkıverdi. Ha bana gelince, kızı güzel olduğundan veya şoförü olduğumdan (Hayırlı olsun!) demiyorum Yahudi geldi millet çalışır oldu toprak işler oldu. Hayırlı oldu vesselam, hayırlı oldu…

İki buçuk sene sonra

Güya zekiyim okumuşum, yahu bu Yahudi'nin yaptığını hiç mi göremedim şimdiye kadar? Öğretmen demişti de inanmamıştım. Komünistlik yapıyor bu demiştim. Ne kadar doğruymuş. Yahu tüm köylü sesini kesince, üstüne Mehmet Ağa da ölünce bu herif önce Ağa'nın topraklarını aldı. Ama ne parayla, Ağa'nın oğulları üç gün öncesine kadar demediğini bırakmadığı adamın elini öpüyorlardı güpegündüz. İyi gene meymenetsizleri görmedik bir daha. Göçmüşler. Sonra bu Yahudi, toprağı olan köylünün bir bir çaldı kapısını. Dedi çoluğunuz çocuğunuz burada cahil kalmasın gelin toprağınızı bana satın sonra bu toprakta yine siz çalışın, eskiden tüm sene çalışır hasat zamanı sene boyunca harcadığınız kadar para kazanırdınız anca. Benim için çalışın size daha çok veriyim. Hem de her ay ödeyeyim… İsrail oğlunun dedikleri birkaçı hariç hepsinin çeldi aklını. Yani kimse çocuğunun köyde kendisi gibi çiftçi olmasını istemiyor. Şehre gitsin okusun lüks yaşasın istiyor. Kim onlara kızabilir? Neyse efendim, sonra Yahudi köyde kasaptır bakkaldır berberdir bunları da satın almaz mı? Bunu öğretmen de pek anlayamamış. Tekel diye bir şeyden bahsetti ama bu olayda bir gariplik varmış. Neyse işte sonra bir şekilde köyün tamamının sahibi oldu. Ama kimse efendi demiyor ona. Patron diyorlar. Anlamı da şehir efendisi işte, şehirden biliyorum ben de. Buraya kadar yine iyi gibiydi. Sonra bir anda fark ettik. O eski zenginlik zamanı bitiyor. Yahudi dedi ki bize bu bakkalları kasapları filan aldım zaten, size kâr koymadan satayım. Ama karşılığında da maaşınızı indireyim. Hani aslında bizim rızamızı sormuyordu, ama "velinimet"imize şükranlarımızı sunmaktan geri kalmadık. Ama bir baktık ki et bir pay ucuzluyorsa maaşımız iki pay düşüyordu. İsyan etsek işten atardı şüphesiz. İşten atılmak tamam da atılıp da elde avuçta kalan az bir parayla, Yahudi'nin toprağından geri kalan yerlerde, birkaç dönüm toprak alıp, kendi toprağımızı işlemek zor geliyordu bize. Hem o toprağını satmayanları tek mevsimde yıldırmıştı bu adam. O kadar insanı öyle verimli çalıştırıyordu ki, hem iç piyasada tekelleşiyor hem de dışa ta İsrail'e ve başka başka ülkelere ihraç ediyordu meyvelerimizi. Sen nereden biliyorsun derseniz ninem gibi kulağım kesiktir benim. Ayrıca şoförüyüz gavurun bileceğiz tabi bunları. Kızı mı? Merak etmeyin o zaman da biliyordum boş hayaller kurduğumu. Ama beni her gördüğünde bana böcekmişim gibi davranan o kızdan bu kadar nefret edeceğimi hayal edemezdim. Kader.

Üç gün sonra

Delirdin mi sen diyor ahali. Ne delirmesi yahu? Katlanamıyordum, bıraktım işte… Ninemi de alıp şehre vuracağım. Bitirememiştim fakülteyi ama belki şimdi bitirebilirim. Çalışırım yaparım bir şeyler. Burada nasıl kalabilirim? Nasıl kurtaracağız toprağımızı? Nasıl kurtaracaktık toprağımızı, hukuk böyle diyordu toprak onundu. Ya kendimiz? Toprağı karın tokluğuna işlemek yahut şehre göçüp iş dilenmek. Bize kalan bu değil mi? Öğretmenin dediğine uyup burada kalsam, öğretmen dediği gibi grev yapmak için ahaliyi gazlasam…

Altı ay sonra

Gitmedim yahu. Kaldım öğretmene uyup. Sonra Yahudi'ye gidip işimi istedim. Sorgusuz verdi kafir, benim gibi süreni zor bulur. Ama bu sefer eskisi gibi umutsuz değilim. Hepimiz bir anda bıraksak işlemeyi toprağı. Çoban otlatmasa sürüyü. Ben sürmesem arabayı. Traktör sesi sussa. Bir kerede karar verdim ve koyuldum işe. Bütün köylüyle tek tek konuştum. Dedim ki onlara eskiden ağa vardı şimdi patron. Güya siz özgürsünüz ama şehre göçerseniz sefalet, burada kalsanız Yahudi'nin elinde geleceksizlik. Çocuğunuz da burada mı çalışsın istersiniz? Yahu ne için çalışır insan? Her gün emeğimizi veriyoruz her gün zincirliyoruz kendimizi toprağa, karşılığında yemek. Bir de televizyon izlemek var tabi akşamları kahvede kös kös oturmak. Ne farkımız var tarlayı sürek öküzden? O da beslenmiyor mu? Ne farkımız kaldı traktörden? O da işlemiyor mu? Oğullarımız öküz kızlarımız Patron'un kapısına hizmetçi yahut yalnız oğul veren birer makine… Ne olduk biz? Kendi toprağımızda köle… Düşündüğüm kadar iyi tutmadı bu dediklerim ama, biraz olsun kızgınlıkları anlam kazanmaya başladı insanların. Belki daha iyi konuşmalıydı, belki kadından bahsetmemeliydi. Ama yine de birkaç yürek duydu beni. Sonra beni duyanlar başkalarını ikna etti. Başkaları başkaları. Sonra o gece, ahali tüm nefretiyle çaldı kapısını Yahudi'nin. Eğilmiyorduk karşısında, gözlerinin içine bakarak istiyorduk hakkımızı… Jandarma geldi sonra. Kimilerine göre kurtarıcımız… Dinledi iki tarafı da. Sonra kalktı omsunda birkaç çizgiyle, gürledi ahaliye: "İstemeyen gider!". Yıldılar belki ilk başta, ama tekrar birleştik. Başka bir gün bir daha. Başka bir gün bir daha. Ve sonunda vermeye başladı Yahudi payımızı. Dinlenme hakkımızı. Sadece ekmek için çalışmıyorduk artık. Artık geleceğimiz için çalışıyorduk, artık hakikaten kendimiz için çalışıyorduk.

Yazarın Ölümü

Durdum tarlanın ortasında, haykırdım. Kardeşlerim biz işliyoruz bu toprağı. Kardeşlerim bizim elmalarımızla ödeniyor buraya gelen her şeyin parası. Kardeşlerim atadan kalma toprağımızı işliyoruz coşkuyla. Çünkü birleşerek kazandık haklarımızı. Ve siz Yahudi beni attığında bile bana sahip çıktınız. Siz birlik kaldınız. Ama Yahudi hala o saray yavrusunda. Kardeşlerim hepimiz burada doğduk. Kardeşlerim hepimiz burada çalışıyoruz. Kardeşlerim tüm bu zenginliği biz yapıyoruz. O adamsa içeride sefasını sürüyor şarapla. O yatıyor ve yiyor hakkımızı. Şimdi hakkımızı alma günüdür kardeşlerim. Şimdi kazanma günüdür… Benim gibi cahil bir adamdan da bu kadar oluyor ajitasyon ne yaparsın. Ama geceye bu sözlerle ateş kattık. Ve o herifi tahtından o gece attık. O gece kazandık bizim olanı. Yalnız bugünü değil geleceği de kazandık… Ama artık iyice yaşlanmış ninemin kalbi boşa sızlamıyormuş. Yeni dünyanın efendileri de ninemin zamanında olanlar gibi, silahlıları besliyormuş. Hem artık adalet de onların elindeymiş. Hukuk Yahudi'nin efendilik hakkını tanımakmış. Suçluymuşuz bizler. Utanmalıymışız… O gece dipçiklendik, o gece hor görüldük. O gece mahpuslara konduk. O gece kovulduk… Yahudi ne yürekliymiş. Haber saldı bize, şikayetçi olmayacakmış. Kamu davası da açılmazmış eğer o istemezse. Ama tüm haklardan vazgeçilecekmiş. Yoksa yukarı köylerden işçi getirmeyi bilirmiş. Bizi düşündüğünden şefkatli elini uzatıyormuş. İşte o gece en kötüsünü asıl o an yaşadık. İşte o gece bölündük. Bir bir düştük. Zincilrere vurulduk bir daha…

Baktık duramamışız buralarda, olsun.Selam vermeden köye ayrılamamışız buralardan, olsun. Selamlarını da alamamışız ,olsun. Sonra kendini kurt sanan bir it, sonra koyun gütmekten başka bir şey beceremeyen bir it daha köyden çıkamadan vurmuş bizi olsun. Güpegündüz cinayeti gören köylü suspus olmuş, olsun. Adalet yerini bulmamış, olsun. Kalanlara bir iz olsun da ne olursa olsun…

1 comment:

Mehmet Doğan said...

Ben pek boyundan büyük olduğunu sanmıyorum. Epey uzun bir zamanı ve tümüyle bir yaşam alanını anlatmışsın, tabi ki mükemmel değil, ama bariz eksiklerini de göremedim.
Şehir görmüş ama pek bir şey bilmeyen bir anlatıcı seçmen iyi olmuş. Hem ortalama köylüden daha geniş bakabildiğinden hikaye derinleşmiş, hem de 1984'teki gibi her şeyi bilen bir tanrısal anlatıcıyla karşı karşıya olmadığımızdan daha gerçekçi olmuş.
Bu şehir görmüş, kendini o ortama ait hissetmeyip, biraz tepeden bakan anlatıcı Sabahattin Ali'nin "Bir Skandal"ını hatırlattı bana. Gerçi orada bir köyün veya kasabanın tümünün anlatımı yoktu, ama kişinin etrafındakilerin cahilliklerine ve görmemişliklerine yönelik tespitleri benzerdi.
Bu şehir görmüş adam, özel bir rolü olduğunu sanıyor ama pek de yok. Bu bakımdan da Dogville'deki "genç filozof" Tom'a benzemiş. Gerçi Tom yine oradaki hakim dilin dışına çıkabiliyor, ilginç tespitler yapabiliyordu. Bizimki daha ezik.
Köy hikayeleri konusundaki fikirlerim daha bir netleşti ama. Sabahattin Ali'den de birçok köy öyküsü okumuştum ve ne kadar zevk alsam da, hep bir fazla durgunluk, fazla sıkıcılık olduğunu sezerdim. Şimdi anlıyorum ki, köyün gerçek köy olarak anlatılması bana pek gelmiyormuş. Böyle Hayvan Çiftliği gibi, Dogville gibi, Manderlay gibi kurgular istiyormuşum ben. Onun için, üç-beş okuyucundan biri olan beni ciddiye alıp daha gerçeküstü şeyler kurmanı tavsiye ederim, okuyucu her zaman haklıdır.
Bir de bu öyküden siyasal olarak hangi mesajları çıkaracağız, ülkücü mü olacağız, komünist mi, anti-semitist mi bilemedim, kafam karıştı. Gerçekten de, olayın herhangi bir anında alınması gereken tavra yönelik bir siyasal netlik yok. Belki de köye bir Yahudi geldikten sonra ne yapsak boştur, gelmemesi için dua etmemiz gerekiyordur.
Her neyse, tebrik ediyor, devamını bekliyorum.