Monolog - I

Mustafa 24 yaşında Ankara Siteler'de bir marangozhanede kalfalık yapan ve hala baba evinde yaşayan sıradan bir gençtir. Aylin ise iyi eğitim görmüş şu an Hacettepe'de Sosyoloji okuyan laik ve çağdaş Türkiye'nin örnek "emekli müsteşar kızı"dır. Mustafa ve ülküdaşları, marangozhanede, mobilyacıda, camcıda, şurada, burada sürünmeyelim Siteler'in bitip Aydınlıkevler'in başladığı yerde, pederlerin birikmiş paralarıyla, şöyle işlek bir internet kafe açalım oturduğumuz yerden para kazanalım der bir gün. İş ciddiye binince Mustafa, ülküdaşlarının yüzünü kara çıkarmamak için, bir de ekipte işin ayrıntısını kitabına göre bilen biri olsun diye "İleri İnternet Kullanıcılığı ve Yerel Ağlar" başlıklı bir kursa yazılır. Ne şahane tesadüftür ki Aylin de aynı kursa sözde ileride kullanılmak üzere bilgisayar sertifikası almak için özde bunaldığı ve artık pek az gittiği üniversite ortamından başka bir sosyal ortama girmek bu yolla günlük depresyonlarını acısızlaştırmak için kayıt olur. Daha buradan anlaşılıyor ki Aylin tuhaftır normal değildir ama Mustafa gayet normaldir

Kursa başlayınca Aylin sosyalleşeceği daha doğrusu musallat olacağı deney faresi diye kullanacağı kişiyi hemen seçer, erkek olmasına dikkat eder. Simetrik bir ilişki yerine iktidarı elinde tutmak işine gelir çünkü. Gizli planları vardır, zaten tuhaftır. Diğer tarafta Mustafa bu erkek olmaya fazla hızlı bir şekilde talip olmuştur. Ürkek ürkek bakmıştır etrafa bir kere. Derse ilgisini çabuk kaybetmektedir. En önemlisi bu yaşına rağmen kadınlarla arasında ergenlikten kalma kaygı dolu bir çizgi vardır. Ne tenlerine ne ruhlarına aşinadır. Aylin iktidarı kolay kazanacaktır.

Aylin Nazi subayı değil ya, amacı gizli planı öyle şeytanca bir şey değil. Ama çoklarınca Aylin'in tüm etkisi önce nazarla sonra şerle şeytanla açıklanacak. Modern Türkiye Cumhuriyeti'nde hala böyleleri olması ne yazık. Peçesini atıp çağdaş başlığını takan ve vals yapmasını bilen nesiller çok uzakta şimdi… Tabi konu bu değil konu Aylin'le Mustafa'nın olağan dışı ilişkisi, hikâyenin adı ise monolog. Benim adım Oğuz; Türkiye Cumhuriyeti, laik.

                                    *    *    *

    Konur Sokak'taki Leman'da ekose gömleğin içinde eğreti kalmış bir gençle kızıl uzun saçlı minyon ama güzel bir kız veya kadın oturuyor. Takdir edersiniz ki kız Aylin genç Mustafa. Erkekse cinsiyet ifade eder ve çok cinsidir biz erkek yerine "çocuk" deriz "genç" deriz.

                                         *

    Adı Aylin olan kendine yakışan bir gülümsemeyle ve belli bir güvenle girdi söze:

— Bence, diyorum, sıradan bir insan pek az beyin aktivitesiyle gününü geçirir. Düşün ev hanımısın. Kalktın kahvaltı hazırlayacaksın ev ahalisine. Neler çıkarayım ne yapayım derken biraz düşünürsün tamam. Ne bileyim evde olmayan kahvaltı bileşenlerini göz önünde bulundurarak kahvaltıyı hazırlamaya başlarsın. Ama bir kere karar verdin mi, tamam. Kahvaltıyı hazırlarken, eğer olağan dışı bir derdin yoksa hiçbir şey düşünmezsin. Kahvaltıya oturursun sonra kahvaltıyı kaldırırsın. Uğurladıktan sonra ev ahalisini Seda Sayan izliyorsun diyelim. Böyle dertli insanlar filan var ortamda. Gene düşünmezsin…

— Nasıl düşünmezsin bal gibi de düşünürsün. Ya mesela o kişinin derdini düşünürsün. Kahvaltıyı hazırlarken de temizlik yaparken de kesin düşünürsün. İnsanın düşünmediği an olur mu?

— Olur tabi. Bak eylemlerimizin büyük bir kısmı vakti zamanında başkalarından kopyaladığımız ya da bir şekilde düşünerek belirlediğimiz öz eylemlerin tekrarıdır. Yani nasıl desem bir bilgisayar programı düşün, hani hoca bahsetmişti web sitelerinin nasıl yapıldığını anlatırken, günlük eylemlerimizi programdaki işlemler, fonksiyonlar olarak düşün. Biz de o programın hem kodlayıcısı hem kullanıcısıyız. Biz kodlayıcı olarak çoğu zaman başka bilgisayarcıların fonksiyonlarını yani eylemlerini kopyalayıp programımıza yazarız. Ama bazen de kendimiz bir fonksiyon yazarız. İşte bu fonksiyon yazmak işi, düşünmektir. Fonksiyon yazmak öğrenmenin yaratıcı yoludur. Diğer yol, kopyalamak ise daha çok zaman isteyen fakat daha az zahmetli ve sınırlayıcı yoldur. Hatta sınırlamak ve zahmete girmemek eğitimcilerimizin hoşuna giden şeyler olduğundan problem çözmeyi değil problem çözme yolunu öğreniriz okullarda. Neyse, kullanıcı olarak biz, yaratıcı veya ezberci, bir şekilde öğrendiğimiz bir eylemi çoğu zaman hiç değiştirmeden ama bazen biraz değiştirerek uygularız. Eylemlerimizin her birinin birbirinden farklı gibi görünmesini sağlayabilir, aynı tip eylemin farklı sonuçlar vermesi. Ancak bu bir yanılsamadır ve bu yanılsamanın nedeni belli fonksiyonun başlangıç koşullarına yani giriş değerine göre farklı sonuçlar vermesidir. Yani aynı karesini alma işleminin 2 için 4 , 4 için 16 sonucu vermesi gibi. Bu işlemleri uygulamak belki bir çeşit beyin aktivitesidir ancak asla düşünmek değildir. Çünkü düşünmek yaratmakla ilgilidir ve işlem uygulamak yalnızca tekrardır. İşte bu nedenlerle günlük hayatımızın neredeyse tamamını kapsayan bu eylemler yüzünden günümüzün önemli bir kısmını düşünmeden yaşarız. Çünkü…Kaptırdım gidiyorum ya anladın mı bu dediklerimi?

— Çok garip düşünüyorsun. Bilmiyorum, haklı gibisin.

— Bak işte şimdi içimizde iki tane ben yaratalım. Biri yaratan yani düşünen ben diğeri kopyalayan ve uygulayan yani tekrarlayan ben. Günlük hayatta sıradan insan çoğu zaman düşünen beni uyutur. Bin defa yaptığı eylemleri tekrarlayan ben sayesinde yapar ve bu benle yaşamaya alışkındır. Çünkü tekrar etmek alışkanlığın zahmetsizliğinin devamını sağlar zaten. Alışkanlığın zahmetsizliği öyle yumuşak bir yataktır ki yetkin ve cesaretli bir azınlık dışında insanların çoğu bu hoş yatakta uyuklayarak geçirir hayatını. Zaten normal olmak dedikleri tam da budur.

Aylin sustu ve masa örtüsünün altındaki karikatürlerden birine dikti gözlerini. Sanki Mustafa'ya düşünen insanın nasıl göründüğünü gösteriyor gibiydi.Böyle şeylere alışık olmayan Mustafa biraz da kaygılı gözlerle atıldı, son bir iki dakikalık konuşma kendisini hiç olmadığı kadar tuhaf hissettirmişti:

— N'oldu ya? Niye sustun?

— Niye anormal olmamız gerektiğine dair verdiğim bütün yanıtlar bilinçaltımda kabul görüyor da bilincim reddediyor gibi... Yani neden anormal olmamız gerektiğini bulamadım. Ama senden istediğim şey anormal olman.

— Nasıl? Senin gibi mi yani ?

— O kadarını beceremezsin… Yani benimki biraz da bozukluk, ruhsal bozukluk.

— İyi de neden anormal olayım.

— Mantıklı konuştuğumu söylemedin mi az önce?

— Ya tamam da yani…Hem sıkıntı bastı sanki beni. Hem nasıl olunur anormal?

Aylin'in gözleri parladı aniden:

— A bak onu düşündüm işte. Bunun bana göre harika bir yolu var. Monolog yapmak.

— Nası..Ne yapmak?

— Bak… Senin için wikipedia'lara girdim. Diyalog Latince Dia yani karşılıklı ve logos yani söz veya konuşma kelimelerinin birleşmesinden gelir. Hatta logos aynı zamanda anlam, düşünce ve hatta bilim anlamına gelir. Biyoloji Jeoloji filan hep logostan gelme. Bir de insanlar diyalog kelimesinde di kısmının Latince iki anlamına gelen bir önek olduğunu ve diyalogun yalnızca iki kişi arasında olan konuşmaya denebileceğini söylerler ki bu yanlıştır çünkü orada di öneki değil dia kelimesi vardır.Bu hataya benzer…

— Öf amma laf kalabalığı yaptın monolog diyorduk.

— Monologda ise mono ve logos var. Mono tek logos konuşma demek. Yani monolog bir tek kişinin konuşmasıdır. Bunu başkaları izleyebilir tabi. Ama monolog diyince insanın aklına kendi kendine konuşman gelir, gelmez mi?

— Anormal olmak için baya iyi bir yol. Kendi kendine konuşmak. Deli gibi.

— Eee ne diyorsun?

— Nasıl ne diyorum? Bu kadar mı anlatacağın?

— Tabi ki değil. Bak şimdi şu an biz senle diyalog halindeyiz ve bu bir yaratıcı diyalog. Yani ezbere konuşmuyoruz. Merhaba merhaba demiyoruz, tuzu uzat demiyoruz. İşte sende böyle yaratıcı bir iş yapmıyorken yani günlük yaşantının uyumanı bir kenara bırakırsak tamamında monolog yapacaksın, tabi ki içinden. Anormal olmayan bir insanı anormal göstermek gibi bir amacım yok. Yani içinde sürekli konuşacaksın. Yalnız bu monolog tıpkı şu andaki diyalog gibi yaratıcı olacak.

— Nasıl? Sürekli böyle felsefe mi yapacağım?

Aylin gülümsedi, tedirgin sevgiliciğinin yüzüne bakarak. O an bu çocuğun hakikaten ona bağlandığını gördü. Garipsedi tabi, ne de olsa yalnızca iki hafta olmuştu. Ve Aylin'e sorarsanız doğru dürüst bir şey paylaşmamışlardı bile. Basit bir aşk onunki diye bir cümle geçti Aylin'in monologunda. Bu basit aşkla Aylin laboratuar ortamına kavuşmuştu. Hoş bu laboratuarda deneyin yapılışı dışında her şey bilirsizdi. Ortada ne bir hipotez vardı test edilecek ne de bir ölçü aracı sonucu bildirecek. Ama ne olursa olsun iyi bir şeyler keşfedilecekti.Aylin biraz olsun tatmin edecek Mustafa'yı baya bir değiştirecek.En azından böyle umuyordu Aylin…

No comments: