Not: Birkaç ay önce yazıp, tamamlanmadığını düşündüğümden yayımlamadığım ancak sonra biraz huzursuzlukla es geçtiğim bir yazı. İlk halini dokunmadan yayımlıyorum.
Rüyamın nasıl bittiğini ve nerede zamanı tanımaya başladığımı hatırlamıyorum. Uzun bir uykunun sonunda, güneş yükselmiş yahu, zevk içinde dönüp duruyorum. Çok terlemişim herhalde, terimi hissediyor hatta kokusunu alıyorum ama çaydanlıkta kaynayan çayın uğultusu beni ayağa kalkmaya çağırıyor. Yatağımı yadırgarım sanıyordum da yadırgamadım. Yüksek ve sert bir yatak. Karşımda boylu boyunca asılmış bir kilim, hemen yanda yaşlı bir dolap. Akşamüstü pek bir yakışıksız görünen bu öteberi şimdi taze, ne tazesi be saat kaç, yani bende tazelik uyandıran güneşin tatlı ışığıyla renklenmiş. Yaşadığım yerden çok uzakta ve aslında o kadar da uzak sayılmaz sonuçta dünya kendi çevresini 24 saatte alıyor ben 8 saatlik yoldayım o da külüstür bir arabayla, ama yine de epey uzakta kendimi evimde hissettiğimden daha huzurlu hissediyorum bir süreliğine…
Adını sorduktan beş dakika sonra unuttuğum peyniri çalıyorum taze pidenin üstüne. Baktım biber kızartması kıymete binmiş sofrada, ilişmedim, bizim oradakinden farklı kokan tereyağına dadandım. Sonra kimsenin umursamadığı zeytinden aldım biraz, ne anlar bu eşekler hoşaftan. Her yiyeceğin ayrı bir güzelliği vardır hâlbuki. Dana etini bin bir zahmetle pişirip de bayılanlar şu zahmetsiz peynirin zeytinin tadını hor görürler…
Sabah çayı dediğin akşamkine benzemez hafiften büker dilini. Biz de o kıvama gelince anca, bir hevesle attık kendimizi sokağa. Güneş çoktan çıkmış tepeye, o tepede bizim binaların arasından eve giremese de, ışığı taş sokağı aydınlatabilmiş. Ben de unutmuşum daha dün girdiğim evin yerini, nereye baksam aynı şeyi görüyorum. Ekseri gri boyanmış apartmanlar iç içe resmen, karşılıklı apartmanların iki balkonu arasında 5 metre ya var ya yok. Sokak desen genişliği en fazla 10 metre. Dar upuzun sokaklar. Nerede bir yol ağzı, dönüp baksam gene aynı manzara, dar upuzun sokaklar…
Çocuk gülüşmeleri serpmişler sokaklara. İp atlayanlar var, kızlardan ötede ya kart ya taso ya bilye oynayan kaşları çatık oğlanlar. Bisiklet pek göremedim ama top tabi ki var. Bir de daha küçük kızlar, el ele şarkı söylüyorlar. Tanıdık bir melodi sanki. Belli çocuk şarkısı, belli tekerleme. Sanki birkaç saat yol aldırsak bu manzaraya birden dökülüverecek kara gözlü kara kaşlı kızların ağızlarından kutu kutu pense…
Belli ki bunların ne okul ne sınav derdi var. Hoş bizim yoldaşlardan biri derdi var parlak çocuklar. Ama buradan görülen, o gözlerde tez bitecek gri bir bahar. Bıçkın delikanlılar, burnu havada kızlar ne acı bu oyunları çabuk bırakacaklar. Yine de ekserisinin elinde adi telefonlar, ne Türkçe ne Kürtçe ne İngilizce tuhaf mesajlar bir şekilde yaşayıp gidiyorlar.
Biz o sokakları bitirdik de ne oldu sanki? O sokaklar bizi güneşten koruyormuş meğer. Safım ben de, hayıflanmıştım neden o "taze" güneşin, dar sokaklardan "pimapen" pencerelere girmesine izin vermiyor binalar diye. Sonra oynayan gülen, mesaj atan çocuklar gitti yerlerinde yalvarırcasına su satan çocuklar bitti. Gariptir o biçimsiz şehirde, su satan tehditkar çocuklar upuzun entarileriyle sofuların istimdat ettikleri işleme mihraplı o yerlerin önünde çalışırken ne bu güneşle kavrulan çocukların ne de çocuklar bitip de meymenetsiz tipler başladı mı bizim imdadımızı duyardılar. Secde edenler çıkıp da adımlarını attılar mı sokağa; imdat edenler, ki onlar az evvel dediğimde vakidir, beklese de medet, uzun entarili o kutlu beylerden gördükleri hep melâmet. Halbuki isterdim ben dereyim çocukları o güzel binanın avlusunda güller gibi. Gelsinler o sofular sonra Tanrı'dan ne diledilerse aynısını versinler çocuklara, merhamet dediğin Tanrı'dan da olsa sokak meselesidir insan meselesidir. Avludan da çıkıp karıştı mı dünya hayatına, adaleti unutanların ibadetini; meyhanede dem çekse de, gönüller için eyleyenin sevabından daha evla tutan Tanrı'ya ibadet niye?
Dilime eskimiş bir şeyler yapışmış, tükürüp attım. Ardından kalabalıklara ulaştık. Kalabalık yerlerin biçimi aldatamasa da bizi aslını gördüğümüzden, şaşırttı doğrusu. Geniş caddeler, güneş böyle parlamasa ışıl ışıl yanacak panolar gördük. Bulunduğumuz yerden 5 saat uzaklıktaki yerleri belleyerek bir daire çizsek, aynı geniş caddelere ve abartılı tabelalara defalarca rastlarız herhalde. Velhasıl insan insana, şehir de şehre benzer.
Hatta ülke ülkeye! Renksiz insanlar mesela, renklenemedikler için anlarlar ki uzak kıtadakiler uğursuzluğun kökeni Afrika'dır. Biz de deriz ki nerede ıssız bir yer var orada iki dil bilen eğitimsiz birileri volta atıyordur. Biri derisini değiştiremez diğeri senden münasip olabilir. Sonra birbirlerini avutur gafiller bak ne istediler de olamadılar diye?
Hoş bana ne benim cebimde param var bak bu sıcak nemli kalabalık günde ferah ferah ,serin serin oturabiliyorum. Hey insanoğlu, bilinçsizce üretiyorsun en olmadık ironileri en bilen dediklerimiz sayesinde. Tuhaf ben de, bir sıcaktan bir soğuğa geçince böyle ilk bakışta anlamsız şeyler deme ihtiyacı duyuyorum. Yahu bilen insan sayesinde bulunda klima veya pusula ve sonuçta hiç öngöremeden var ettik ekmek çaresiz para kazanma derdinde olanların güneşin altında çalıştığı benim gibi tuzu kuruların da dört duvar arası serin iklimlerde keyif çattığı şehirleri veya bilcümle kapitalizmi… Sokağa bu yüzden dönmeli insan, çok esaslı şeyler söylüyormuş gibi görünüyorken hiçbir şey demiyor olmamak için…