Veya sigara için

Bir üniversitenin genişçe bir yerleşkesinde, epey büyük bir binası olan fakültenin epey sıradan bir kantininde, upuzun kavakların altında –yazık ki kavaklar birkaç sene içinde polenlerinin alerjik etkileri yüzünden kesilecek hem de bütün şehirlerde ve yazık ki örneğin hiç incir ağacı görmemiş kent çocuğu bundan böyle kavak da göremeyecek- sabit masa ve sandalyelerde birbirine çok benzeyen kıyafetleriyle birbirinden çok farklı(!) öğrenciler ya çay sefasında ya da ufak tefek bir şeyler atıştırmaktaydı. İçlerinde sonraki derse yetişmenin bildik telaşıyla elindekini tüketme gayretinde olanlar daha neşeli gibi görünse de kediler -tabi ortada onların ilgisini çekecek yiyeceklerden yoksa, hepimiz biliriz ki bir kedi için her şeyden önce et gelir- inceden bir rahatlıkla sigaralarını tellendirenlere sırnaşıyordu. Tabi ister istemez gizemliliğin bildik karizmasına bulanan biri hariç. Hoş zaten o ne kedileri ne de pozları severdi. Boş bir ders, çay ve sigara kimileri için sıkılmamanın yoluyken onun için ve de çokları için bu, her an ulaşabileceğiniz ve belki bu yüzden değeri az da olsa enflasyona uğrayan ve fakat yine de değerli bir huzur kaynağıydı. Belli ki bugün kafası bulanıktı –kantin için yeni bir şey değil bu tabi ki, depresyonun her aşamasına ve tatsızlığın her haline alışkındır böyle yerler ama mutluluk istiyorsanız hastane bahçelerine gidin, hepimiz fakiriz ne de olsa, kaybetmeliyiz eşeğimizi- Aklı bir arkadaşında kalmıştı. Arkadaşıyla en son buluşmalarında gözlemlediği keyifsizlik adeta ona batmıştı. Çünkü bu kadar iyi tanıdığı birinin hep bahsettiği hedeflerine bu kadar yakın olup da böyle mutsuz olması onu rahatsız ediyordu. Böyle anlarda sigara ilginç bir enstrümana dönüşür. Bir umutsuzluğun bir anlaşılmazlığın bir acının karşısında adeta acı çekmekten zevk alıyormuşçasına ciğerlerinizi yakan bu nesneye sarılırsınız. O yoğun duygu her içinize çekişinizde yeniden var olur sanki. İçinde bulunduğunuz durumdan çıkmanın yollarını aramak yerine yakıcı bir nefes almak tatminsizliğimi doyurmanın bir yoludur. Belki bu yüzden biraz da acıları severiz. Ama tabi şu an söz konusu olan umutsuzluğu abartmaya mahal yok. Her şey olduğu şekliyle ilgiye şayan zaten.

Saçı kabarık bir genç girdi az sonra kantine. Arkadaşının yanına arkadan sessizce yaklaştı. Sırtına dokunda aniden, arkadaşı bir anda döndü uykudan uyandırılmış bir yüz ifadesiyle, bir solukta:

-Sen miydin?...

Gelen karşısına oturdu arkadaşının gülümseyerek bakıyordu etrafa. Arkadaşının sevimsiz ruh halinin tam tersi bir haldeydi sanki. Tabi arkadaşı da üzüntüsünün nafile olduğunu keşfedince heyecanlı bir merakla atıldı:

—Yahu sen geçen pek bir neşesizdin. Gören dün geceyi Aysun Kayacı'yla geçirdin sanır.

—Zevksizsin, hep diyorum… Ya onu bunu bırak bugün çok enteresan bir şey yaşadım.

—Belli belli. Anlat hadi.

-Sabah pardon öğlen uyandığımda yanımda kadın filan yoktu. Berbat bir ruh haliyle uyandım ki zaten çok geç uyanınca iyice depresif oluyor insan. Neyse sonra bir duş aldım. Üzerimi giyindim filan. Dedim bu ders kaçtı zaten biraz kitap okuyayım belki keyfim yerine gelir. Daha on sayfa filan okumuştum ki, uyuya kaldım. Tuhaf ama yeterince uyuduğumu sanıyordum. Neyse, işte enteresan olayı da uyurken yaşadım çok garip bir rüya gördüm. Çok garip ama.

-Öf anlat hadi.

-Bak bir binada yaşıyorum, yaşıyoruz. Bir sürü insan var tanıdığım. Ve hepimiz hem aynı binada yaşıyor hem de bir internet sitesinde kullanıcı oluyoruz. Ama şöyle bir şey, sanki eş zamanlı olarak sanal dünyada kullanıcı adlarımızla varken bildiğimiz dünyada tepeden baktığında ortasında büyükçe bir bahçe olan dikdörtgen şeklinde bir binada yaşıyoruz. Yani aynı anda tüm algımızın iki boyutlu metinlerden ibaret olduğu bir dünya hem de bu bahsettiğim bina. Ve bu iki evreni aynı anda yaşarken iki ayrı evrenmişçesine ayırabiliyoruz kafamızda. Ama aynı zamanda birbirine bağlı. İdeal gerçeğin iki görüngüsü gibi. Neyse… Eş zamanlı olarak siteyi ve binayı devlet basıyor. Etrafa yeşil bir gaz yayan gaz bombaları filan, sitede de bizim yazdıklarımızı silen kullanıcılar filan. Sonra biz binanın ortasındaki bahçeye çıkıp polise karşı duruyoruz. Ama elimizde sapını kullanabileceğimiz bayraklarımız bile yok. Yeşil gazlar atan bir grup canavarımsının üstüne yürüyoruz işte. Bu arada sitedeki tüm yazıların da kontrolünü ele geçiriyoruz. Sonra o yazıları kaydırmaya oynatmaya başlıyoruz. Helezonlar filan yapıyoruz. Sanki bir güç gösterisi. İşte site bizim ve siz bize karışamıyorsunuz istediğimiz yapıyoruz. Harfler birer akrobat gibi oradan oraya atlıyor. Hepimiz bahçedeyiz ve koşuyor şarkı söylüyor gülüyoruz. Üzerimizdeki kıyafetler inceliyor, yok oluyor hatta. Bedenlerimizi görüyoruz. Saçlarımız uzuyor. Üzerimizde mat ne varsa pastele dönüşüyor. Kırmızı, yeşil, mavi, sarı, mor daha bir sürü güzel renk. Boncuklar bileklikler sarıyor bedenimizi. Sonra işte bina da site de bizim oluyor. Bize ait oluyor. Ve herkes bizim ne düşündüğümüzü biliyor… İşte sonra uyandım. Acayip bir huzurla. İnanılmaz bir neşeyle. Yaşama isteğiyle doldum. Ve o an sorunumu aştım. İşte o an. Ne için uğraşıyorsam ben, belli ki zamanla şüpheye düşüyorum onun hakkında. Bu doğal bir şey biliyoruz zaten. Düşün insanlar bir yol edinmiş. Ne olursa artık. Uzun vadeli bir yol. Bu ne olursa olsun biz kaçınılmaz olarak biraz uzağına düşeceğiz. Çünkü çok basit istekler ve hatta dürtüler dahi olsa bahsettiğimiz, yol tuttuğumuz zaman idealize ediyoruz gerçekliği. Ama bunu sen de biliyorsun her an değişiyoruz. Önceden belirlediğimiz yollarda aşamalar kat ettikçe bunun olmaması değil daha bariz bir şekilde açığa çıkması zaten, bence, iyi olanı. Değişmeliyiz arkadaş. Değişiyoruz işte. Bizi asıl mutlu eden şey o aşma hissi işte. Değiştikçe, biliyorsun, yeni şeyler beliriyor önümüzde. Ve biz belireni aşınca ancak mutlu olabiliyoruz. Bütün varlığımız değişimlerin ve aşmaların bir toplamından ibaret.

-Belli ki sen bu ilginç rüya ile aşırı romantikleşmişsin. Benim için sorun değil, aşabildiğine göre. Ama dediklerin birkaç gün sonra, ne demişim ben yahu diyebileceğin türden şeyler. Evet değişiyoruz. İsteklerimiz de öyle. Ama herhangi bir anda biz ne istediğimiz biliyor muyuz? İsteklerimiz de gerçekler de her an değişir ama biz herhangi bir anın dahi bilgisine varamıyoruz. Sen ne dersen de en basiti bence, bedenimizi kullanmaktır mutluluk için. Tüm varlığımızı üçe bölelim. Çevre, beden ve iradesi olduğunu varsaydığımız yani buna da ben diyelim. Ben bedene bağlı. Bedense çevreden direk etkileniyor. Ama ben ile çevre arasında kesin bir zorunluluk yok. Hatta bazen apaçık olanı yok sayabiliyoruz. Ben dediğim şeyi kendi içinde mutlu etmek çok zor. Bedenin mutluluğunun ise yolları belli ve sonuç garanti. Tatmin olamayız diyebilirsin. Ama çevreyi değiştirmekten aciz ve bedene tai bir benle uğraşıp biraz huzurlu olabilmek için fantastik bir rüyaya muhtaç olmak yerine, ben dediğim şeyi bedene uygun kurarım ve artık kafa karışıklığım, kafa karışıklığımız mide bulandırıcı olmaktan çıkar. Haatta şiir okurum artık. Bolca roman okurum. Belki hikayeler yazarım. Bedeniyle yaşayan bir adam olur ve eski bulantıları karakterlerime çalarım rastgele. Onu bunu bırak da kesin sigarayı bırakırım ulan…

Siz bunları bırakın bence. Bunun gibi hikayeler biliriz ki bu mekanda hele de şu zamanlarda çok olur. Benim size tavsiyem anlam veremediğiniz şeylere anlam vermek yerine sigara için. Arada bir kafa çekin. Mevzularınızın arasında bir "ağır mevzular" kategorisi olsun. Yalnız içerken açın içini. Veya sigara için. Veya, benden değil, iyi bir yazardan dinleyin böylelerin hikayesini. Ya da elinize bir kalem alın…